30 Aralık 2012 Pazar

En Baş'tan



...
Farklıydı yoksunluklarımız,noksandı mutluluklarım.
Bilmediniz.
Gördünüz,ama kördünüz.
Avuntuları oyuncak yaptım,
Elimde kaldı her biri.
Ben hep ''ebe''lerden kaçan çocuktum.
Bilmediniz.
Çünkü her biriniz farklı zaman oyunlarında,
'Körebe'ydiniz.
''Ebe'' olduğumda gözüme bağladığım bez parçası;her neyse,
Islandı gözlerimde.
Organlarımı pişiren ateşin korunda kuruttum onu.
Sıcaklık sandınız.
Yoruldum artık oyun oynamaktan.
Körebeden,saklambaçtan.
Bıraktım.
Mızıkçılık saydınız.
Tekrar sayıştırdınız.
Ve bu yazı en baştan.

29 Aralık 2012 Cumartesi

Zelzelenin Zerre'si

''İçim içime sığmıyor'' değil benimkisi.
Tam anlamıyla;içim içimi sarsıyor.
Göçükler,toz yutmuş paramparça ruhlar.
Toz tutmuş,yırtılmış,pörsümüş içimdeki sayfalar.


Kendine geç kalmaları unutur insan kendine vakit ayırırsa.
Ben yazdıkça unuturum.
Kimi çizdikçe,kimisi besteledikçe.
Umudumu sözcüklerde bulurum.
Göçük altında kalan her parçamı yazarak kurtarırım.


Yazdıklarım yazacaklarımın zerresi.
Aslında yazamadıklarım.
Yaşadıklarım.
Yaşayıp da yazamadıklarım.

İnsan hep ''iyi'' olamaz ki.
Hep gülemez.
Yaratılışa aykırı.
 
Bilmem, anlatabildim mi?

9 Aralık 2012 Pazar

İçim(iz)deki Çocuk

















Büyütmediğim, büyümeyen bir o var sanki.
Yıllara karşı dokunulmazlık hakkı var onun.'Yaş'lara karşı koymayı tek o başarmış.
Hepsinden öte beni ben yapan yanım,içimdeki büyümeyen çocuk.
İçimizde büyümeyen bir çocuğun varlığından haberdarsak,
Çocukluğumuzdan ezgiler fısıldıyorsa kulağımıza,
Yaşantımıza renk katmışız,yaşamımız gökkuşağı demek ki.
Demem o ki bir teyze çarpışan arabaya biniyorsa çocuğunun yanında,
Sözde yanında oturduğu çocuk,aslında içinde.
Öyleyse,
Bileğimize bağlattığımız uçan balonun ipini kendi ellerimizle çözüp,
İçimizdeki çocuğu büyütme telaşımız neden?
O,insanlığımız aslında.
Saflığımız.
Yakaladığımız küçük mutluluklarımız.
İçimdeki çocuk,
Bir ömür elimden tutup,gerçeklerle saklambaç oynayacak.
Büyüklerden bile büsbüyük sevgi,cebinde yüz bin liraya aldığı çikolatalı sakızla...

8 Aralık 2012 Cumartesi

Şizofrenik Acılardan Şikâyetçi Pollyanna

















Meyilliyiz dertlere.
Yaslara.
Kendi okyanusumuzda boğulmaya.
Mutluluklar arasından mutsuzlukları yakalamaya.
Zihnimizi soru işaretleri,ünlemler,virgüllerle meşgul ederken,
Nokta koyamamaktan şikâyet ediyoruz.
Soru işaretindeki,ünlemdeki,virgüldeki 'nokta'ları görmeden.
''Herkesin derdi kendine büyük.''demişler.
Herkes dedikleri,biz;her birimiz,alışkanlık hâline getirmişiz dertleri büyütmeyi.
Hâl böyle olunca,acılara aşık oluyoruz.
Acıları şizofrenik boyutlarda yaşamak vazgeçemediğimiz alışkanlıklarımız arasında,hep ''top 10''da.
Sahip olduklarımızla hepimiz çok zengin değil miyiz?
Sahip olduklarımız,sahip çıktıklarımızsa şayet.

Şikâyet etmek kolay,şükretmek zor gelmesin.
Ağır bir yük kaldırırken belinin ağrımasından şikâyet eden insan,
Eğilebilği için neden şükretmez?
Sahip olmadıklarımızdan şikâyetçi olduğumuzu sansak da aslında her birimiz,
Sahip olduklarımızdan şikâyet ediyoruz.

Bu duruma vereceğim örneklerin örnekleminin sonsuz eleman sayısı var.
İsteğim,örnekleri zihninizde çoğaltıp kendi şükür listenizi oluşturmanız.
Hayat çok kısa.
Bir şükür.
Bin tebessüm.


15 Kasım 2012 Perşembe

''Gereğini Arz Ederim Hayat''


Ben her yeni gün kâşif olma yolunda adım adım ilerliyorum.
Aslında ''kâşif olmak istediğim için mi keşfediyorum,keşfettikçe mi kâşif oluyorum'' handikabından sıyrılmış değilim.
Yeni yerler keşfeden mi kâşiftir sadece?
Her gün bir insan keşfeden kâşif olamaz mı?

Bir insan,aslında onlarca hayat.
Son günlerde yaptığım son keşif türk kahvemin telvesini yıkarken oldu.
Bu kez ne insan keşfetti benliğim,ne yeni muhitler.
Tuhaf geliyor kulağa öyle değil mi?
''Türk kahvesi telvesi''ni yıkarken keşif yapmak,hayattan parça yakalamak.
Ben o an bir anlam daha yükledim hayata,o zaman anladım tıkır tıkır işleyen kanunun sadece fizikle kalmadığını:
Yarısı su dolu fincan kenarda duruyordu ve ben musluktan akan suyu avuçlayıp fincana döküyordum.
Suyu avuçla-fincanı suyla doldur.Bu işlemi bir kaç kere tekrarlarken hepimizin bildiği şeyi gördüm.
Avcumdaki suyu ne kadar hızlı boşaltırsam fincana,içindeki suyun artmayıp,aksine azaldığını.
İşte hayattan beklentiler arttıkça,mutluluklar konusunda aceleci davrandıkça insanoğlu;
Dolmuyor,doymadığı için.
Hızlı dolup hemen ''olmak'', kitap okumadan yazar,müzik dinlemeden müzisyen olmak istemek gibi.


Nicedir düşündüm ben bunu,uzunca hissettim,yaşadım,anlam kattım,anlama katıldım.
Keşfim zihnimden miras,mizacım mirasıma gerekçe.
''Olmak'' yolunda benliğime damlayan her olgunluk;hayattan 'gereğini arz eden' bir dilekçe.

22 Ekim 2012 Pazartesi

Platonik

Platonik kelimesi yalnızca aşka ait olmamalı.Her gece uyumadan önce ''düşündüğümüz'' insanın aynı durumda bir kez bile bizi düşündüğünden emin olamıyorsak platonik seven olmaya adayız zaten.
En klişeleşmiş hâliyle;aşık olduğumuz insan.Ya da okumadığımız kitaplar,dostlarımız, hâtta hayâllerimiz bile platoniktir önceleri.Ve elde ettikçe ''düşündüklerimizi'' bağlanırız hayata..
 Aslında Platon tam da bunu söylemişti.Madde bir yana ,''önce ruh'' demişti.
Ruhun asıl hedefi madde olan bedenden kurtulup özgürleşmekse,bu yalnızca ölümle gerçekleşir demişti.

 İşte Platon'ik sevmek de böyle bir şey.İçinden kurtulmaya çalıştığımız durum, bizi tutsak eder.
Ne zaman ki Platon'iklik yok olur, ruh nihâi amacının gerçekleştirip,huzura erer.

20 Ekim 2012 Cumartesi

''Bir Dilek Tut''tum





















Nice hayatlara gebe bir canla çıktım yola.
Yoluma her çıkanı levham sana sana.
Oysa levhalar ölümün ulağıdır,
Ölüm;araf kadar yakınımda.
Yakınlar, bir o kadar uzağımda.

Tenden geçer her ruh,sığmaz bedene.
Badireler bağlar kendini hep,
Bir nedene.
Bedelsiz sevgim,
Kocaman yüreğim.
Sense; hayattaki en güzel neferim.

Dostluk ağacına bağladığım mendillerden,
'Gerçekleşen' ilk dileğim.

Yollar girer araya,

Mesafeler mızrak.

Yıllar bir demet özlem olsa da,
Vuslatlar pir-ü pak.

Tenden geçer her ruh,sığmaz bedene.
Badireler bağlar kendini hep,
Bir nedene.
Bedelsiz sevgim,
Kocaman yüreğim.
Sense;bu hayatta,en güzel neferim.

Dosttan öte,nefesten,
Hatta ''can''dan bile.
Nice mutlu yıllara
Bu şiir, biricik Vili'me... 

Hele de Bizi..:)

Rabbim seni hep mutlu etsin.
Senin de deyişinle ömrüne bereket...Seni çok seviyorum.
Hı bu arada;
   :)

10 Ekim 2012 Çarşamba

Çıkmaz Sokak ''Sakini''

Hayatı düşündükçe koca bir girdabın içinde buluyorum kendimi,
ve o an bilinmezler mahallesinin bininci çıkmaz sokağında oturup;gözlemliyorum.
İnsanları,oradan oraya sürüklenenleri;her şeyden önce kendi hayatımı.
Yılları seviyorum,bir o kadar da kinliyim yıllara.Hiç bir zaman kin tutmayan ben,
yıllara olan kinime engel olamıyorum.
Seviyorum çünkü her yıl 365x24 kere yaşıyorum.Yaşadıkça insanları tanıyorum,
olgunlaşıyorum.Hayatı yüklenip,acıları hafife almayı öğreniyorum.
Kinliyim çünkü yıllar beni büyütürken, benden büyükleri yaşlandırıyor.
Onlar yaşlandıkça ben ''yaş''lanıyorum.
Bizim bugün çocukluğumuzu geçirdiğimiz dedelerimiz,bütün şımarıklığımızla her dediğimizi yaptırdığımız,
öpülesi ellerini baş tacı ettiğimiz,atçılık oynadığımız o ton ton dedeler,
 bizim çocuklarımız için birer fotoğraftan ibaret olacaklar.
Ve işin acı yanı,çocuklarımız bizi hep ''büyük'',babalarımızı hep ''dede'' olarak dünyaya geldiğimizi sanacak.
Oysa kaç annenin,kaç babanın içinde büyümeyen munzur bir çocuk var.
Kim bilir...

İnsanı yaşlandıran yıllar,gözlerimi de ''yaş''landırıyor.
İşte o zaman anlıyorum hayatı;İnsan ''yaş''landıkça,yaş alıyor...
Bu yüzden ''yaş''lılığı yalnızca gözlerden anlıyorum.''Gözaltı'' halkalarından değil..

7 Ekim 2012 Pazar

Gök(z)yüzüm..


Gökyüzü çok şey anlattı bana yine.Aşık olmuş, en kocamanından bir kalp sundu önce.
Silüeti değişti,ben ilerledikçe.Birbirine kavuşan iki sevgili,
bana göz kırpan kuzucuk,duman üfleyen eros belki.Suret olamayan silütler silsilesi..
Ben mi? 
Gökyüzünün maviliğine güzellik katan,pamuk şeker bulutlardayım şimdi.
Oradan insanları seyrediyorum,yaşananları,koşturmaları,kalp kırmaları,
yitip giden zamanları bir yerlerde bulanları..
Saklambaç oynuyorum dünyayla;bir varım,bir yok.
Bir azım,bir çok.

Gök(z)yüzümdeki her bulut,sağanaklara gebe.
Ve bir bulut, bin sağanak yer''yüzüm''e.

28 Eylül 2012 Cuma

Tek Kullanımlık Hayat

Öyle insanlar var ki hayatımda.Dinledikçe onları,dinleniyorum,yüreğim dile geliyor
 konuşmayı yeni öğrenen bebek misali.Acılarını da mutluluklarını da her zerremde hissediyorum.
Yanımda olmasalar bile yazdıkları bir cümle,bir satır bedel her şeye
.Hani bugün öğrendik ya ödül bedel ilişkisini.Ödüllere de aynı anlam yüklüyoruz biz,bedellere de.
Ve beraber öğreniyoruz hayatı,adım adım;sessizce.Sakin, bir o kadar apansız.
Hayat sürprizlerle dolu.Her anımız mesajlarla dolu evrenden gelen bütün mesajlara
 kapsama alanı dışındayken,küçük bir dokunuş yeter bazen.
En apasızından.Apansız bu hayat;pervasız,bizse etrafında pervane.
En önemlisi aynı yerden bakıyoruz dünyaya.Keşkelerimiz de ütopyalarımız da aynı.
Hayallerimizdeki bahçede türk kahvemizi yudumlamayı seviyoruz mesela.
Sohbetler hep güzele gidiyor,doğrularımızı bulmuşuz onları istiyoruz.
Sabırsızlaşıyoruz,yıkıyoruz,döküyoruz,kırıyoruz kalbimizin bir köşesinde hep aynı kırgınlığı taşıyarak..
Ve biz diğerlerinden biraz ''düşünce'' bekliyoruz.Bu yolda yürüyoruz,kendimizden taviz vermiyoruz,susuyoruz,suskunları oynamak sanki bizim görevimizcesine.

Herkes hak ettiği değeri görür.Her ''can''kendi değerini kendi biçer.Öyle canlar vardır ki paha biçilmez onlara.
Öyleyse şimdi diyorum ki;
Bize bahşedilen bu hayat tek kullanımlık.Kullan-at mantığıyla yaşayanlar bir sıfır yenik.
Yaşanmışlıklara duyduğumuz saygıdır bizi biz yapan.Kalbimizde iz bırakan.
Geçer canın acısı,iz bırakanlar unutulmaz evet ama o izi nerede bıraktığı çok önemlidir.
Acı unutulur.Kabuk bağlayan yarada bıraktıkları iz, kurur.
Hayatta canımızın yandığı kadar olgunlaşıyoruz.Ve her acı bize sunulan bir armağan.
Yıllar sonra hatırlandığında kalpteki etkisi koca bir hissizlik.
Böylesine değerli,zamanla sıradanlaşan.
                                                                    Kübi'me...

27 Eylül 2012 Perşembe

İs-tas-yon







Nice aşklar, nice kavuşmalar, nice ayrılıklar yaşadı istasyonlar.Kadınlar eşlerini,analar evlatlarını gözü kapalı yolcu etti göz yaşlarına göz yumarak.
Gözlerini yumdukları kadar yanaklarını ıslatarak.Yolculuk,ayrılık,hasret...

Birbirlerine yolladıkları mektup sahibine varana kadar zaten gelirdi vuslat.
Şimdi istasyonda başlayan fotoğraf dolu nostaljik yolculukta hüzünlerime mendil sallıyorum,en beyazından.
İstasyonlar küçük ama kaç dünya geldi geçti içinden.İnsanoğlu gibi...
Hepimizin hayatı böyle değil mi?Nice trenlere tercih edilmedik mi çoğu zaman?
Nice konukları bir diğerine tercih etmedik mi?
Seçimlerle geçtik,zaman geçtikçe restore ettik kendimizi ama hiç değişmedik.Yenilendik ama hep aynıydık.

Dünyanın yolcusuyuz,yolcumuzun istasyonuyuz.
Nice trenler geldi geçti kimi yarıda kaldı,raydan çıktı,kimi başka istasyonlara uğrasa da hep yanımızdaydı...

22 Eylül 2012 Cumartesi

Düş Martısı.





Kovaladıkça kaçan,yaklaştıkça uzaklaşan ve sonunda
kanat çırpıp uçan martılar.Denizimi paylaştığım, özgürlüğüm martılar.
Kahkaha ve hüzün çığlıklarıma dost,
aşkıma dostluk katan martılar.Martılara dokunmak isteyen ''aşkım'',
içimde martılara ''dokunma aşkı''.
Özgürlüğümü avuçlarımda tutmak,ona simit kırıntıları atıp uçmak istiyorum,
bu kadar basitmişçesine.
Martılardan bir dost edineyim götürsün beni oradan oraya,o gökyüzünden bu gökyüzüne.

16 Eylül 2012 Pazar

Sen En Güzelsin











Mutluluk; paylaşmak,kahkahalara boğulmak çoğu zaman.

Dursun zaman ben aynı kalayım,biz aynı kalalım.

Zaman aksın biz duralım.Zaman dursun mutluluk aksın.

9 Eylül 2012 Pazar

En güzel not:



Dünyanın en mutlu,kendini en özel hisseden insanı yazıyor bu yazıyı.
İlk bakışta anlam veremediğim,
Sonra olayın şokuyla kendime gelemediğim bu harika günü yaşatanlar hep mutlu olsunlar.
En sevdiğim yapacağını yapıp farklı farklı şehirlere uzattı ellerini.
Farklı farklı şehirlerden hep benzer cümleler ağız birliği yapmışçasına.
Yaptığınız bu ağız birliği beni çok mutlu etti.Sarhoş etti.
Bu mutluluk paha biçilemez,biçilse de giydirilemez kainata.
Kelimelerle dans etmeyi seven Gizem'in kalemi,sizin sayenizde lâl kesildi.
Ağızla kulak arasındaki mesafe sıfıra indi.
Twitır çok kısa; her birinize ulaşsam da mesajda, duygularım ''can''ımın yoğunluğunda.
Rabbime binlerce kez şükür olsun,
Bana bu mutluluğu yaşatanlar benden çok çok çok daha fazla mutlu olsun.
Hayatımda hep olun siz emi:)Hep gülümsesin çehreleriniz.
Sevdikleriniz, sevindikleriniz,sevildikleriniz yüreğinizin sesi olsun.
Beraber devrilecek yıllar, yaşanacak çok şey var.

7 Eylül 2012 Cuma

Son.





Ve değer verilen,kendi elleriyle hunharca katleder kendini.Ne uğruna yazılan yazıların anlamı kalır, ne de uğruna yazı yazılacak bir değer.

4 Eylül 2012 Salı

Dibidibida Güzel Bir İthaftır.. :)










Şarkılar vardır,dinledikçe anıları zihnimizden çıkarıp gözler önüne serer.Dinledikçe mutlu eder.Neşe dolu,hayat dolu,çikolata kokulu.Hem nostaljik,hem dinamik.Her ruh hâlime deva,nice şarkılara..

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Ballısüt ve Mutluluk..



Çocuktuk hepimiz,masallarımız vardı,masalımızın en güzel prensesiydik,hayalimizde bir beyaz atlı.

Uyumadan önce bize anlatılan masallar hep mutluluk dolsun isterdik.Sonra değiştik.Hem de çok.

Şimdiyse karşımda bir çocuk...Külkedisi masalını anlatıyorum,beğenmiyor.Kırmızı başlıklı kız masalını anlatıyorum ''kurt''u sevimsiz buluyor.Bilindik bütün masallara tepkili.

''Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde güzel mi güzel bir kız yaşarmış.Bu kız birgün sabah uyandığında

anne babasının ona harika bir kahvaltı hazırladığını görmüş.Ballı süt,yumurta kızın sevdiği her şey sofradaymış ve hepsi birbirinden sağlıklıymış.Kahvaltıdan sonra babasının ona sürprizi varmış.Aldığı lale soğanlarını beraber bahçeye ekeceklermiş.Kız çok mutlu olmuş.Babasının bir tanesi,dünyanın en mutl...''

Masal yarım..Masal eksik..

Masalı yarım bırakansa işte bu mutlu sonun uyku zamanı.





Parmakları minicik ama hiç bir yetişkin taşıyamaz çocuktaki yüreği..Çocukluk en güzel yanı hayatın.Bu yüzden hep özlenen;bu yüzden eksik yaşanan çocukluk, yaralar derinden.

26 Ağustos 2012 Pazar

Üflediğimiz mumların ateşi nerede sahi?





Yıllar önceydi bir buçuk mum yakıp hayat boyu ömrümüze kaç mum dikeceğimizin hayalini kuruyorduk ki, bugün altıncı mumu dikerken buldum bizi..Beraber üfleyip söndürdüğümüz mumların ateşi birikti, bugünümüze kandil oldu.Nice kandillere..

Dinlenilesi,Eskimeyen..



Taş plak, sen bir tanesin..


22 Ağustos 2012 Çarşamba

Karadeniz..









Aynı anda yıldızları seyrediyor olmak,bu kadar aynı olup bu kadar zıt olmak.

Merhametimle savaşan kızgınlığım,kızgınlığıma meydan okuyan yaşanmışlıklarım.
Bitmiş bir aşk misali,denizin ortasında kırılan dalga misali eksik.
Belki de karadeniz gibi,dışarıdan bakınca dingin.
Öyle dertlidir ki karadeniz belli etmez içinde kopan fırtınaları.
Bu yüzden en kadim dostlarımdan biri.
Saatlerce dertleşirim onunla.O anlatır ben dinlerim, ben anlatırım o susar.
Evet deniz susar;sevgiye susar,mutluluğa susar,sıcağa susar.
Sustuklarını büyüttükçe susar.Ve bazen öyle dalgalanır ki denizim, ürperirim.
Dalgalar susadıkça gökyüzünden yağmur diler,içindeki tuza gökyüzü su serper.
Bu böyle sürer, gider.Ne güzel sırdaşsın sen,ketumluğunla,hırçınlığınla nasıl da hoyrat.
Bu yüzden kara yaftasını yapıştırmışlar sana.Görememişler içini acıtan fırtınaları.
Görmemişler,görmezden gelmişler..


Bütün derdine, omuzlarındaki onca yüke rağmen güzelliklerle geldin sen karadeniz..Kaybettiğim bütün her şeyi sen verdin.Hayatım boyunca kazanabileceğim en kadim dost oldun,en kadim dostları verdin..Özenle seçilmişesine.Unutulmazlarımdan oldun.Unutulmazım oldun..

19 Ağustos 2012 Pazar

Fotoğraf





Çok şey yapılabilir bir 18-55mm lensle.Manzara örneğin,portre mesela.Fotoğrafa olan aşkım bambaşka.Sahilde,köyde,tatilde her yerde ama her yerde fotoğraf.Bazen kompozisyon çalışsam ,bazen tamamen sanatsal.Bütün ömrümü gezerek; gezdiğim her yerde yüzlerce,binlerce fotoğraf çekerek geçirsem.Fotoğraf çeksem,çeksem,çeksem...

29 Temmuz 2012 Pazar

Sandık ve Çember



Kilitli bir çember çizdim kendime.Anılarımı kilitlediğim ahşap sandığıma dost.Çizdiğim bu çember yepyeni bir beni getirdi beraberinde.Hak edene,etmeyene gözyaşı döken,gözyaşıma küçük pahalar biçen ben,bıraktım biçkiyi dikişi.Gözyaşım paha biçilmez bir umman,yüzmesini bilene.Artık yüzme öğretmeyi de bıraktım ''bilmeyenlere''Çemberim yepyeni bir beni getirdi beraberinde.Ödünlerimi ödüllendirenleri de koydum çemberin dışına.Saygı duymanın esası verilen ödünü reddetmektir.Sevgiyi ödün ''san''maktan vazgeçtim bir de.''San''dıklarım,yok sayacaklarımmış;öğrendim.Çemberimin merkezindeyim şimdi.Kimi içeride;sonsuzda,kimi dışarıda;yoklukta.Arafım öznesiz çünkü araftakiler tekinsiz.

Göz yaşları boşa akmasaydı,sevgiyi ödün ''san''masaydım önceleri,sonralarım bugünüm olmazdı şüphesiz.''San''dıklarımı ahşap sandığımda saklayacağım kendimle beraber.Küçük bir kilide bir hayatı sığdırırcasına.

Deniz..

Bir sahil kentinde denize ve huzura nâzır kitap okumak dünyamın en keyifli hâllerinden biri.Tam ortasındayım(Mfö),en mükemmel misafirim(Yalın),LoreenaMcKennit eserlerine bir de Farid Farjad tınısını ekleyip derya denizin seyrine dalmak, ''gibisi yok''larımdan.Hatta öyle kararsızlık çöker ki bazen;dalga sesi eşliğinde kitap mı okusam,en sevdiğim şarkıları dinleyip denize bakıp gün batımının seyrine mi dalsam diye düşünürüm.Huzuru bulduğum yerler ''benim''.Deniz;vazgeçilmezim.Deniz olmayan şehir yorucu,soğuk ama mutluluğu ve huzuru bulduğumuz her yer sahil kasabası tadında.Yalnızlık denizle güzel;güzellikse içimizde,sıcak bir tebessümde.Öyle yürek, öyle vicdan vermiş ki yaratıcı bize;ummana da çevirebiliriz,çöle de. Ve öyle güzel yaratmış ki doğayı; huzuru da onda buluyoruz,mutluluğu da.

17 Temmuz 2012 Salı

Gün,Gün''eş''..






Karşımda kocaman güneşim.Yitirdim onu milim milim.Oysa o,her gün batardı.Her gün bugüne küser, yarına kucak açardı.Güne küskün güneş,güneşe küskün ben..Oysa günümü aydınlatmak için geleceksin yeniden.Hayatta güneşin güne sevdalanması kadar büyük olsaydı sevgiler,yirmi dört saat bile sürmezdi küskünlükler.Lâkin hayat çetin,yollar engebeli.İllâ ki silmek gerekir bizi düşürmeye yeltenenleri.Ve yüceltmeli bizi düşünenleri.İllâ ki sevmek lazım küskünlükleri.Öyle ya, güneşin dili tutulur;ay, gün ve güneşin kucaklaşmasına mâni olur.Kâinatın en görkemli sevdası bile acıyla yoğrulur.Güneş, günden ayrılmak istemez,gün güneşi bütün varlığıyla kucaklar ama güneş kayar gider günün kollarının arasından, yeni bir günü doğurmak üzere..Her gün,bu aşktan ''doğar'',her batış yeni bir ''doğuma'' gebedir.

8 Temmuz 2012 Pazar

''S''..





Sevgi ve saygı..Dillendirilmiş lâkin önemini yitirmiş.Oysa başka senin ,saygın da sevgin de.Hissettim yıllarca her zerremde.Saygının da sevginin de âlâsı sen,canının müptelâsı ben..Koca bir ben, bir de sen.Ben ve sen olup ''biz'i başarabildik biz.Bizi uçurumlardan kurtardık.Bizi biz yapan bizdik, bir de anılarımız.İyi,kötü hepsi binamızın tuğlası oldular,bizi biz yaptılar.Mesele bu, sevgi ve saygı anlamını yitirmedi bizim lügâtımızda.Anlamlandıkça anlamlandı,katlandıkça katlandı..Kafamda ''çarpışan arabacılık''oynuyor sözcükler.İnsan en sevdiğini anlatamıyor,kalem kırılıyor.Sen;sevginin,saygının mertebelisini hak edensin.Şükürler olsun..

Nostalji-1






Şimdinin yaşlı adam-kadınlarının gençliğini siyah beyaz fotoğraflarda görüyoruz.Bugünün gençleri yaşlandığında bir gün,dijital fotoğraflar, hatta tab ettirilmemiş, bir ''format''lık ömrü olan onlarca hatta yüzlerce fotoğraf.Oysa askerlik fotoğrafları vardı eskiden.Bugün güldüğümüz,komik.Askere gidecek olan genç,vesikalık çektirirken omzu başı vs. yapma çiçeklerle süslenirdi.Ne çok güldük biz bugün böyle fotoğraflara.Geçmişten gelen o güzel yürekler,o temiz insanlar da gittikleri yerden bize güldüler şüphesiz.Bu günün ''günlük''lüğüne.Oysa onların sevmekleri bir kez olurdu ve ömürlüktü.Çektirdikleri aile fotoğrafları candı,en değerlileri,saklanandı.Bir şarkı tuttururlardı ki dillerinde,eskimezdi.Bugünün çabuk eskiyen,çabuk eskitilen şarkılarından değildi onlarınkisi.Makamlar dans ederdi dillerinde,hicazından nihaventine.Oysa şimdi ne çabuk eskitiyoruz şarkıları,sevgileri,sevdiklerimizi nasıl da hoyratça hırpalıyoruz.Hayatın ne kadar kısa olduğunu unutarak.Eskiler bambaşkadır, nostaljiyi hatırlamak,hayatımın kocaman parçasıdır.Bu yüzdendir gramafona hayranlığım.

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Şarkılar..





Yıllar geçtikçe, aşk şarkıları terk ediyor listemi;yerini hayatı anlatan şarkılara gururla teslim ederek.Yalnızlığı anlatan şarkılar özel mesela.Öyle aşk acısından ölmek yok benim şarkılarımda.Emekli Salih öğretmen var,mağrur anneler var,ulu çınar babalar..Halkın,yaşadığım toplumun her kesiminden insan manzaraları var.Dinledikçe başka hayatlara yolculuk yapabildiğim şarkılar var.Hop hop ,şak şaklar yok.Bazısı da var ki aşkı yüreğime seren.Yüreğime su serpen..Gezmeye gerek yok bazen.Şarkılar ve yazılar insanı başka dünyalara, başka hayatlara götürmeye yetiyor.

1 Temmuz 2012 Pazar

Vaz-ge-çe-bil-mek













Vazgeçebilmek bir erdemdir. Bir deli güzel meziyettir ki insan kolay kolay kavrayamaz önemini. Gençken daha zordur buna vasıl olmak. Ama öyle gençler vardır ki ihtiyarlardan bilgedir, o başka. Geri kalan bizler seneler geçtikçe anlarız vazgeçebilmenin kıymetini. Hayat öğretir bize. Hayat ve bir de kronikleşmiş hatalarımız. Kimilerimiz ise hiçbir zaman öğrenemeyiz. Dersimizi almayız. Dün nasıl isek yarın da aynen öyle.Vazgeçmek bir zayıflık belirtisidir zannediyoruz. Hatta bir nevi korkaklık, adeta âcizlik. Halbuki tam tersidir. Ancak kendine güvenen, karakteri sağlam ve komplekslerden arınmış insanlar vazgeçmenin erdemine vâkıf olabilirler. Şu hayatta yaşadığımız sorunların çoğunu vaz-ge-çe-me-di-ği-miz için yaşıyoruz aslında. Israr ve inat ettiğimiz için. Takıntılarımızdan dolayı. Takıntı ile tutkuyu birbirine karıştırıyoruz sürekli, oysa ne kadar farklılar. Nasıl da zıt.Seviyoruz diyelim, birini seviyoruz, hem de ne çok, ne derin, ölesiye. O kişi de aynı şekilde aşkımıza karşılık veriyor diyelim. Ama sonra, zamanla, tavsıyor muhabbet, örseleniyor. Kazara delinmiş bir balon gibi sürekli hava kaçırıyor, küçülüyor. Giderek canlılığını yitiren bir ateş gibi sönmeye yüz tutuyor. Gün geliyor, sevdiğimiz insan bizden ayrılmak istiyor. İnanamıyoruz. Yıkılıyoruz. Kalbimizin etrafında bir yumruk, demirden zırh gibi sıkıyor, nefes alınca bile canımız yanıyor. Dayanamıyor, heyheyleniyoruz. Kabullenemiyoruz. Israrla onu elimizde tutmaya çalışıyoruz. Sinirleniyor, öfkeleniyor, hatta sözlü ya da fiziksel şiddete başvuruyoruz. Gururumuza dokunuyor, nefsimize ağır geliyor böyle terk edilmek. İnsanız ne de olsa. Etten ve kemikten ve billur bir kalpten müteşekkil.


Diyelim ki bir roman kaleme alıyorsunuz fakat bir yere gitmiyor.Elinizde yüzlerce sayfa var.Kıyamazsınız atmaya.Silemezsiniz.İnat edersiniz o yolda.Halbuki Marquez diyor ki,bazen 120 sayfa yazarım,80 sayfasından pat diye vazgeçerim.Geriye kalan o 40 sayfa,işte odur yazarı bir sonraki noktaya taşıyacak olan tılsım.Ama o 80 sayfayı atmadan bu 40 sayfayı bulamazsınız.Ormanda yolunu kaybeden ormancı gibi dolanır durursunuz.Çemberler çize çize.Vazgeçebilmek insana netlik getirir.Zihnimizi,kalbimizi gereksiz karmaşadan arındırır.Bir berraklık kalır geride.Hüzünlü bir durgunluk.Ama bir o kadar sakin,âlimane.










Demem o ki dostlar,vazgeçebilmek lazım.Eğer bir yol sizi mutlu etmiyorsa onda körü körüne sebat etmek yerine ,nefsimizi kendimize rehber kılmak yerine,bırakabilmek lazım.Yazamadığınız kitapları,çekemediğiniz filmleri,geliştiremediğiniz projeleri ve artık bizi sevmeyen sevgilileri bırakabilmek...










Vazgeçebilmek, bazen en güzeli!

27 Haziran 2012 Çarşamba

Merhaba El-vedâ



Gerçeklerle pek bi alıp veremediğim var bu aralar.
Sürekli gerçeklerle ilgili yazılar yazmam kanıtlıyor savaşımı.
Ama bu sefer savaş falan yok onlarla bizzat yüzleştim,bizzat yolumu çizdim.
Aylarca, hatta belki de senelerce saplantı hâline getirip canımı sıktığım,
Uğruna gözyaşları döktüğüm hayalimdeki gerçeklere lânet okuyorum bugün.
Çünkü gördüm ki gerçek gerçeklerle, hayalimdeki gerçekler arasındaki fark bir hayata bedel.
Bu gerçekleri görmeme sadece bir cümle yetti,arttı hatta.İnsan değişir.
Ama hayalini kurduğum yalan gerçekler hiç değişmemiş.Değiştiğini sanmışım.
Yanılmışım.
Geç de olsa farkettim değişenleri ve hâlâ aynı kalanları..
Benim yolum bu, ben çizgimdeyim.Sevdiklerimse,yol haritam. 
Ben ilk kez bu kadar kararlıyım.
El-vedâ.

22 Haziran 2012 Cuma

Aşkın Matematik Hâli ..





Aşk,ince düşünmeler kümesinin eleman sayısına denk.
O; hangi yürekle çarpılırsa asallaşır yürek..
Hiçbir aşka bölünmez yârdan başka .
Asaldır aşk,çifttir.'Sonsuz olan sayılar kümesinde hem asal hem çift olan '2''gibi; ''2''kişiliktir hem.
''2''nin şekline dikkatle bakarsak şayet bir kalbin yarısına benzer.
Yârini bulmak,yarını tamamlayıp tamamlamamak kaderin işaretlediği şıkka bağlı.
4yanlışın 1 doğruyu götürmemesi dileğimle..

16 Haziran 2012 Cumartesi

Yine,Yeniden Hayat


...

Oysa bu hayat bize yalnızca 1 defa verildi.Başkaları isterse gez,başkaları isterse ceketini al çık.
Üstelik bize bahşedilen hayatın süresi tanımsız..
Belki dakikalar sonra dünyada olmayacak bu can.
Garantisini kimse veremez bir ömrün..
Mesele dönüp yaşadığımız hayata baktığımızda kendimize dair neler yaptığımızı görebilmek.
İnsanoğlu bu hayatı yalnızca kendisi için yaşadığını bilmeli.
Ona göre yolunu seçmeli,gerekirse aykırılık yapıp kendi yolunu çizmeli..

Kendini Gerçekleştirmek ..

Hayat;tatlı,kısa acımasız,çok rollü eşsiz bir oyun değil midir?.İnsanın bu oyunda aldığı ve almak isteği roller vardır.Aslında olmak istediklerimizle olduklarımız ne derece örtüşüyorsa o denli gerçekleştirdiğimiz bir benliğimiz var demektir.Kendimizi o denli gerçekleştirmişizdir.Kendini gerçekleştirme dediğim şey ''tembellik yoluna serilen bahaneler''i hiç sevmez.Tembellik varsa kanında ve üstelik sınırlanıyorsa hayatın başkalarınca,kendini gerçekleştirmek zorlaşabilir.Zaten ne denli zor olduğunu burada gösterir,asıl mesele sınırlara rağmen kendini gerçekleştirebilmektir.Aristo gibi, Sokrat gibi..

Can Yücel

Anladım!Yarla bir olmayınca , yerle bir olunuyormuş..

14 Haziran 2012 Perşembe

Zıtlıklar ..

Gülmek de ağlamak da mutluluk ve hüznün sembolüdür.Acı çekerken gülmek, yüreğin sükutudur.Hayatta bu zıtlığı en çok yaşayanlardan biri de benim.Ağlarken bile kahkahayla gülerim.Kalbimde yer edinenlerden başka kimse anlayamaz ağladığımı.Pek severim ağlarken gülmeyi,acılarımı maskelemeyi.Bazen o kadar abartırım ki hatta,gülmekten gözümden yaş geliyor zannederler.Öncesinde yüreğime akıttığım yaşlar o patlama anında gözlerimden taşar ve akar,akar.Kalbim acıdan çıkacakmışçasına atar.Beni tanımayanlar kahkalara boğuldum sanır,oysa gözyaşımda boğulup akıntıya kapılmışımdır.Acılarıma gülmeyi sevdiğim gibi,mutluluklara ağlamayı da severim.Mutlu anımda dolan gözlerimdeki yaşı mutluluk ışıltısı zannedenler olur.Manidar bir hediye almışsam ya da sevdiceğimden satırlar okuyorsam mutluluk damlalarımla sularım yanaklarımı.Mutluluktan ağlamak ne güzel şeydir,insana huzur verir.Acıdan ağlamak diyecek olsam?

11 Haziran 2012 Pazartesi

Karmaşık

Özgür günlerimde yanımdayken sevdiklerim, onlara hasret duymaya başlarım yedi yüz kilometre uzak sıcak dünyamdan.Ardından buraya hasret duyuşlarım dökülür eteklerimden.Özgürlüğüm uçtu gitti elimden.Her an gölge hissederek yaşamaya başlama zamanı.Gölgeler hayatımı ele geçirirken düşlerim bütün özgürlüğüyle savaş açtılar gerçeklerime.Doğrularım değil,gerçeklerim bunlar benim.Karşıya baktığımda bütün güzellikleri karşımda görüp koşmaya başladığımda çarptığım görünmez duvar, benim gerçeğim.Hayat bu demek zaten.Gerçeklere rağmen güçlü olmak.Gerçeklere meydan okumak.

Can



...

Acı olan can ortağım parmak uçlarımdayken dokunamamak ona.Dayanamamak damlalarına..Dayanmaya çalışarak yok sandığım varlığına.Kayıpların kaybı bizimkisi.Özlemlerin özlemi.Mesafelerin mesafesi.Yıllarla beraber araya giren onca insanların arasında gülümsemek zorundalığına mahkum kalma pahasına candan geçmek.Dert ortağımın deyimiyle ahmaklık.Aptallık.Bambaşka hayatlara gidip bambaşka canlara gülümsemek.Can yolunda dökülen her damla mübah.Kalple savaşmak da acı verici.

3 Haziran 2012 Pazar

Yaş ..

İnsan bir kez gelir dünyaya.
Gözlerini açtığı anda dünyanın bütün badiresi de neşesi de sarar onu dört kolla.
Sanki bomboş yaşıyoruz,hepimiz dünyanın izleriyle dünyaya iz bırakıp gidiyoruz,
Sanki yokuz.
Yaşamaya,yaşanmaya dair parçalar koparamadık mı yaşlanma yolunda yaşıyoruz hayatı.
Yaşamaya dair çok parça kopardım ben hayattan.
Hayat benden kopardıklarını yaşanma yolundaki yaşam heybeme ekledi birer birer.
Gözümden akan damlalar suladı boş heybemi ve git gide ağırlaştı yaşamaya dair anılar.
Bunlara savaş açtı yaşlanmaya dair bütün parçalar.
Gülüşlerim,bakış yakalayışlarım,zaferlerim,yenilgilerim.
Hepsi bütün güzelliğiyle dimdik karşısındalar yaşlanmaya dair olan yüklerin.
Elbet yaşlanır insan, yıllara karşı koyamaz hiç bir can..
YAŞLANMA MERTEBESİNE YAŞAYARAK ULAŞMAKtır ASLOLAN..

1 Haziran 2012 Cuma

Bu Gün ''1''



1 varmış,hep varmış.Evvel zaman içinde ay 58 kere dönmüş.Bebekler okul çağına gelmiş,sevenler kavuşmuş,nice aşklar son bulmuş.Çocuklar genç olmuş,gençler orta yaşa merdiven dayamış.1 varmış,hep varmış.Her ayın 1'inde güzel bir aşk büyürmüş..

31 Mayıs 2012 Perşembe

Öylesine ..



Seni öylesine düşündüm ki,

Öylesine, yaşamadan önce

Senden başka bir şey yok sanki.

Ama nasıl da varsın derim sana,

Düşüncelerimce.







Seni öylesine buldum ki,

Öylesine kendimden fazla.

Yalnız sensin gölgesiz,

Ayrılmamacasına,yanımda..

Akların arasında karan,

Karaların ortasında akınla.




Öylesine istedim ki seni,

Senden önce..

Öylesine her şeyin içinde,

Öylesine dışında.

Gün,gece.




Seni öylesine yaşadım ki,

İnan..

Artık nereye baktığım belli değil,

Vardığım sonrasızlıktan.

ÖZDEMİR ASAF..

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Gerçek ..



Bugün kafede dünyanın karmaşasına takıldığım bir anda bir kare belirdi karşımda.Fotoğraf makinemi elime alana kadar görüntü kayboldu.Hayatın ''gerçek'' yüzü oradaydı.O anı yakalayıp , insanları görüp de görmezlikten geldikleri''gerçek''le tekrar yüzleştirmeyi çok isterdim..Bunca hırs,kötülük peşinde koşanların o kareye bakıp bir nebze de olsa nasiplenmesini isterdim.İsterdim işte. Ama olmadı.Objektifim o kareyi yakalayamadı..

Orta yaşlı bir adam,yanında da onu tanımayan orta yaşlı bir kadın ikisi de yürüyüşe çıkmış kadın kızını bebek arabasına koymuş,adam annesini tekerlekli sandalyeye.''Yıllar'' dediğimiz çehremizi,yaşımızı,bakış açımızı değiştiriyor evet ama göz ardı ettiğimiz bir nokta var:Roller değişiyor.''Yıllar'' muhtaç olduğumuz kudretin odağını değiştiriyor.Bu kural çağlar öncesinden beri tıkır tıkır işliyor..Şaşaalı saatlerin tiktakları da,dijital saatlerin mekanik tıkırtıları da hep aynı sözü fısıldıyor..ZAMAN GEÇİYOR

Dilara'dan Hatırlatmalar..


Artık ben de sıkıldım güçlü görünmekten,

İçim düğüm düğümken başka düğümleri çözmekten...

Herkese yetişmekten ama hep kendime geç kalmaktan...

Eskiden olsa bir şekilde yakasından tutardım hayatın,

Ama şimdi tutunduğum her hayat elimde kalıyor...

Ya benim gücüm tükenmiş, ya da hayatın karşıma çıkardığı yürekler çok acımasız...

Haketmeyenler en konforlu kalplerde sefalarını sürerken,

Nedense ben hep iyi halden tahliye ediliyorum yüreklerden...




Nazım Hikmet Ran

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Eğitsek..



Eğitsek nesilleri.Pavlov'un yöntemlerinden vazgeçip çocukları ödüllendirsek..Emile olsa mesela çocuklarımız Emile gibi baksa, onun gibi nefes alsa ,onun gibi dokunsa toprağa..Aileleri eğitsek sonra önce anneleri sonra babaları dememi beklemeyin önce babaları büyütsek, istekleri yerine gelmeyince ''ağlayan'' bebekten farkı kalmayıp ''kükreyen'' babaları ''konuşan'' baba haline getirsek..Anneleri eğitsek, yaptıkları her bir davranışın ne derece derin izler bırakabileceğini göstersek..Ödülü de cezayı da hakkıyla verebilsek.Mutlulukları pekiştirip hüzünleri ketlesek, miniklerin tertemiz beynini kirletmesek..Beyaz cam canavarındaki ''modellleri'' izletmek yerine modelin ta kendisi olmayı öğretsek babalara,annelere..Sevdiğini söylemeyi öğretsek..El kaldırana aslında ''aranızda aciz ve güçsüz olan var mı?'' sorusuna yanıt olarak el kaldırdıklarını öğretsek sonra..Öğretmenleri de eğitsek..Eğitimcileri eğitmenin vermiş olduğu acıyla...''Çocukları ''etiketlemek'' yerine ''etkin hale getirmek''i öğretsek.Düşünen ve kendini her ortamda açıkça ifade eden üretici İNSANLAR yetiştirebilsek..




Hepsi burdan bakınca ''ütopya'' gibi dursa da bir zamanlar ''kadınların iş hayatında olması'' da ütopyaydı..Bugünkü ''ütopyalar'' gelecek neslin yaşam tarzıdır..

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Bir Dilim Vuslat..




Aylarca yağan karın ve yağmurun ardından gökkuşağını beline bağlayıp göz kırpan güneşin sıcaklığı gibi ılık,yaz ortasındaki toprak kadar yanan yüreğime yaz ortasında yağan yağmur kadar can veren,çatlayan damarlarıma su serpen bir dilim vuslat.Kış güneşi kadar sıcak ,Yaz yağmuru kadar serin olsa da nihayetinde ikisi de kısa. İkisi de gittikten sonra doğa bürünür yasa..Bir dilim vuslatı geride bırakıp yol almaya devam ettikçe ve yaklaştıkça yeni vuslata,bir acı ve bir yenisi daha..Sabredersem biliyorum ki yeni vuslat kapıda.Sabrım sınıyor bedenimi,sabrım sınanıyor,gömülüyor diri diri.. ''dayan!'' diye haykırmak isterken,lal kesiliyor dilim.






Çok değil istediğim; sadece vuslat, o da bir dilim..

İşte Budur Yaşamak!


Bütün siyah-beyazlığın arasından en güzel renklerle gülümseyebilmektir yaşamak.Tomurcukları görüp dünyaya küsmemektir.Acıya gülmek,gözyaşını kurutasıya ağlayıp tek bir ışık sayesinde o yaşları yitirmemektir.Mutluluklar hüzünlerle değerlenir,hüzünler mutlulukla demlenip damla damla dökülür ince belli yüreklere.Yıllar geçtikçe demlenen damlaları mutluluklar açar.Her dem demli damlalar akıtanlar katran karası yüreklerle dünyadan erken göçer.





Her an ömrüzümün son demi.YAŞAMAK BUNDAN İBARET DEĞİL Mİ?Hüzünler mutluluklar,mutluluklar hüzünler içindir..

Dalgalarım,yoldaşlarım..



Duygu denizimde yoldaşlarım kayığımdaki tek fenerim.Deniz ve gökyüzü arasındaki ince çizgi kadar keskin yarayı kalp ve sırt arasında hisseden yalnız ben değilmişim..Rıhtımdan öğrendim..Hırçın dalgalar vurdu sırtımın soluna.Yoldaşımın omzuna dokunup hissettim o yangıyı damarlarımda..


Kendini zamana kaptıran tek mahluk; acımasız,zalim.

Hep aydınlatsın denizimi fenerim..

24 Mayıs 2012 Perşembe

Eskimeyen Şarkılarım..






Yalın klasikleri dinlemek ruhumu dinlendirir.Alır beni yıllar öncesine götürür.Yıllar öncesinin bütün duygularına bürünüp o günleri tekrar yaşarım .Zaman tünelimin en güzel şarkıları hep orada kalın çünkü siz dinlendikçe eskiyen değil,dinledikçe güzelleşen,dinledikçe anlamlanan şarkılarsınız..


Sahte,Son Aşkım,Yağmur,Her şey Sensin,Zalim.Değmez,Sonsuz ol,Meleklerin Sözü Var,Günaydın...

Düğüm


Boğaz düğümü işte.Damlaların tadına göre hafifleşen ya da susuz yutulan hap misali can acıtan..Yıllar da yollar da nasıl bir olur böyle anlamını yitirir..Kalp duracakmışçasına acıdan nasıl atar?Kalple beyin neden katarsislerden sonra savaşır?Ve o savaşılan yer neden hep boğaza nazır olur?Ve savaş anında neden yağmurlar yağar gözlerden?Neyse ne işte..

Derin konular;derin yaralar.Derin yaralar kalbi sulandırır..

Gözler..



Ömrümde kimi seçtiysem gözlerinden seçtim.Kimi sevdiysem gözleriyle ısınıp yaşlarıyla suladım yüreğimi.Kimi sildiysem gözlerinde kötülüğü gördüğüm için sildim.Kime güvendiysem gözlerinden dağlarıma kar yağdırmayacaklarını bildiğim için güvendim.Mutluluk kahkahalarımı sevdiklerimin gözlerindeki ışığı gördüğüm için attım.Kimden geçtiysem göz bebekleri siyah örtüyle kundaklanmış olduğu için geçtim!


Gözbebeklerimin eleğinin üstünde kaldı geçtiklerim,sildiklerim.Sevdiklerim içeri geçip yüreğime aktılar ve her biri kendi yerlerinde padişah koltuğundalar!

En Yakınımdaki En Uzaksın



Yemyeşil çayırlar üzerinde uzanıp seni hayal ettiğimde henüz küçücük bir çocuktum.bulutların içerisinden sana yüz beğenirdim.Koşup çıkardım hemen oraya.Hemen dokunacağım derken bulutlarla birlikte uzaklaşırdı yüzün.ne kadar çok koşsam , o kadar uzaklaşırdın.Bütün çocukluğum bulutları tutabilecek bir tepe aramakla geçti.Ne ben o tepeyi bulabildim,ne de bulutlara çizdiğim yüzünü unutmaya güç yetirebildim.Tüm çocukluğum boyunca en yakınımdaki bulutta, hiç uzanamadığım uzaklıktaydın.Büyüdüm,yaşamak mektebinde ne kadar öğrenilecek ders varsa ezberime aldım,her gün karşıma çıkan binlerce yüzün arasında seni seçebilmek için sokaklarda başımı öne eğmeden dolaştım.




Gün geldi,sonsuz bir uykudan uyanır gibi,mezarında asırlardır beklemiş bir bedenin dirilişi gibi,kanlı bir giyotinde başı gövdesinden ayrılmış bir eski çağ şövalyesinin bedeninin başına kavuşması gibi apansız yanı başımda buldum seni.Öylesine bekletmeden,öylesine derinden,öylesine sade geldin ki...
Dilim gibi tutulan yüreğim ne ayın,ne güneşin tutulmasıyla kıyas edilebileceği bir sır ile kayboldu.

Sen yeryüzünün bugüne kadar hiç görmediği kristal gibi ışıtırken yüreğimi,senin kırılma ihtimalinden bile kıpırdayamam yerimden.İşte bundandır seni özleyip ağlayışım.


Ne söylesem,ne yazsam ,nereye gitsem şifa bulamam özlem derdime senden gayrı.
Sevgilim,en yakınımdaki en uzak olsan da,isterim ki;
Seni Sevdiğimi Tüm Dünya Bilsin!...




Başucu kitabım Gelmesem de Bekle Beni(Adem Özbay) kitabından alıntıdır..





22 Mayıs 2012 Salı

Kelebeğin Mutluluğu..






Mutluluğun silüetini görüp suretine doymak istersen kelebeğe bak.Bence Tanrı insanlara mutluluğu göstermek için yaratmış olsa gerek o renkli,güzel,kanatlanan,naif canlıyı..Yıllar önce mutluluk nedir? diye sorduklarında ''kelebeğin kozasından çıkmasıdır'' demiştim.Doğru söylemişim..Mutluluk kozadan çıkmak için haftalarca uğraşan tırtılın acı sonun ta kendisi..Mutluluk günlük.Günlerin birleşmesiyle bazısına ömürlük..Günlük mutluluklarımız ömürlük olsun.Dünyanın bütün kelebekleri sevginin olsun..

Hayat,Memat..



''Hayat'' dendiğinde bütün sözcükler sus pus olur,kelimeler anlamını yitirir de, bi o kelime anlamlanır.Kimi hayatlar kısa,kimisi uzun kimi mutluluklarla dolu,kimisi mutluluktan yoksun..Kimi fakir kimi yoksul..Hayat dediğimiz, ince bir çizgi değil mi aslında?Bir adım ileri ya da bir adım geride durmak.Evet yaşamak bundan ibaret!Her birimiz dünyaya kazık çakacakmışçasına yaşamıyor muyuz hayatı?Dünyayı kendimizin zannetmiyor muyuz?Malesef hepimiz çoğu zaman bu büyük yanılgıya düşüyoruz.En gencimizden en yaşlımıza kadar hepimiz aynıyız.Oysa bütün ölüm haberlerinde önce hikaye sonra ölüm şekli verilir.Hiç düşündük mü bizim hikayemiz nasıl,ne zaman olacak?evli çift düğün dönüşü evlerine varmalarına 300 metre kala trafik kazasından öleceklerini hesap etmişler miydi sizce?Peki ya onların ailesi.Para düşkünü mutluluk yoksunları koyun kendinizi o ailenin yerine.Evlatlarınız özenle aylarca seçtiği ev eşyalarını kullanamadan, evine giremeden hayatlarını kaybetseler onların eşya borçlarını ödemek ne kadar acı verici olurdu öyle değil mi?

Hayat ince bir çizgi ve ölüm her an kulağımıza fısıldanan ama duymak istemediğimiz en gerçek ezgi..